21 Mayıs 2016 Cumartesi

ESMA ÜL-HÜSNA VE KULLANIMI

ESMA ÜL-HÜSNA VE KULLANIMI

Esma ül-Hüsna’nın insanlara verilip verilmeyeceği ile ilgili ülkemizde öteden beri bazı ihtilaflar bulunmaktaydı. Kadir, Aziz, Rauf v.b. isimlerin esma-ül Hüsnadan olduğu ve insanlara verilmesinin yanlış olduğu söylendi ancak ülkemizde bu isimlere azımsanmayacak sayıda karşılaşılması ortada bir tuhaflığa işaret ediyordu.  Toplum bile bile yanlış mı yapıyordu?

Son zamanlara bu tartışmaya bazı cemaat liderleri de katıldı. Bir Cemaatin bazı şirketlerinin kayyımlara devredilmesi üzerine, Allah’ın (c.c) el-Kayyum isminin kayyımlara verilmesi eleştirildi.

Bir başka cemaat lideri Said Nursi’ye (r.aleyh.)  Bediüzzaman lakabının verilmesini, bedi’ isminin, Allah’ın el-Bedi’ ismi olduğunu ve kullara verilemeyeceğinden hareketle, Bediüzzaman eleştirilerini bu iddia ile çeşitlendirdi. Allah’ın, el-Mevla isminin Celaleddin-i Rumi (r.aleyh) için kullanılıp Mevlana lakabının verilmesinden hareketle Mevlana eleştirildi.

Evvelen; Vahyin Esma ül-Hüsna olarak belirlediği isimler, Araplar tarafından vahyin nüzulünden önce de kullanılmaktaydı. Bu kelimeleri vahiy bizzat kendisi üretmedi. Bu kelimelere yeni anlamlar yükledi. Ama bu kelimelerin vahiy öncesi anlamları varlıklarını devam ettirdi. Esma-ül- Hüsna’nın vahyin yüklediği anlamı ile kullanımı farklı, vahiy öncesi anlamı ile kullanımı farklıdır. Müfessirler, vahyin Esma-ül Hüsna ve diğer kelimelere yüklediği anlamı, vahiy öncesi kullanımını inceleyerek belirginleştirmeye çalışıyor bu nedenle.

İkinci olarak; “  ….  İsm-i Azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden gelmiş.”[1] Esma ül-Hüsnanın her birinin evrende değişik boyutlarda tecellileri bulunmakta. Her ismin azamlık mertebesinde tecellisi sadece Allah içindir. Ancak bu isimler diğer varlıklarda farklı derecelerde tecelli eder. Varlıklardaki sınırlı tecelliler –haşa- Allah olarak değerlendirilemez.

Bu öncüllerden hareketle Esma-ül Hüsnanın kullanımını inceleyebiliriz.

Esma-ül Hüsna elif lam (ال)takısı ile kullanıldığına mutlak manada Allah’ın ismi olur. Başka bir şekilde düşünmek mümkün olmaz. Mesela العزيز ,المولى   gibi. Bu şekilde bu isimlerin insanlara verilmesi elbette uygun değildir.

Ancak bu isimler elif lam (ال)takısı ile muzaf ileyh olduğunda muzafına göre anlam kazanır. Yusuf Suresi  العزيز 30  امرأت -azizin karısı -tamlamasında olduğu gibi esma ül-Hüsna olarak anlaşılması asla mümkün olmaz.

Bediüzzaman lakabı bedi ve zaman isimlerinden oluşan bir tamlamadır. Yukarda ki kullanıma uygundur. Bedi’ harika, güzel, olağanüstü kelime anlamındadır. Bediüzzaman zamanın harikası v.b. anlamlara gelir. Bu anlamı ile esma l- hüsna olarak düşünülmesi uygun değildir.

Bu kuralın tam karşıtı olduğunda da durum aynıdır.  Bu isimler elif lam (ال)takısız olup bir isme muzaf olduklarında muzaf ileyhlerine göre anlam kazanır.  رب البيت  -ev sahibi -tamlamasında رب  esma-ül Hüsna olarak değerlendirilemez. Nahl Suresi 76 ayetinde وهو كل على مولاه  - sahibine yük olduğu halde - cümleciğinde مولى isminin de Esma –ül Hüsnadan olması düşünülemez.

Mevlana’ya Mevla isminin verilmesi tam da konunun bu yönü ile ilgilidir. Mevla sahip, dost, veli kelime anlamına sahiptir. Mevlana da sahibimiz, dostumuz, velimiz anlamındadır. Bu anlamı insanlara verilmesinde bir sakınca olmadığı gibi aksine esma ül- Hüsna olarak kullanılması sakıncalıdır. 

Yine bu isimler elif lam (ال)takısı olmaz, bir başka isme de muzaf veya muzaf ileyh olmazlarsa hangi isme yüklem olduklarına bakılır. Allah’a veya Allah ile ilgili bir zamire yüklem olduklarında esma-ül Hüsna; diğer varlıklara veya diğer varlıklarla ilgili bir zamire yüklem olduklarında normal isim olarak değerlendirilir. Yusuf Suresi 55 ayette اني حفيظ عليم  - ben bilgili ve muhafaza ediciyim- cümleciğinde حفيظ عليم Yusuf’un yüklemi olduğundan Esma ül- Hüsna olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.

Duhan Suresi 41. Ayette  يوم لا       يغني مولى عن مولى – o gün hiçbir dost, dostuna yardım edemez- cümleciğinde مولى kelimesi de esma –ül hüsna olarak değerlendirilemez.

Doğrusu Kur’an-ı Kerim’de bu denli yaygın kullanımı olan bu meselenin bu kadar gündem oluşturması hayret verici. Fırtınayı bir damla suda koparmak gibi bir şey.



[1] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İst.1966, C I. sf.51

9 Kasım 2015 Pazartesi

ÇEVİRİ : İNSAN SURESİ 29-30. AYETLER

İnsan Suresi 29- 30

ان هذه تذكرة فمن شاء اتخذ الى ربه سبيلا
و ما تشاؤون الا ان يشاء الله ان الله عليما حكيم

      Yukarda ki ayetler, meallerde genellikle :  “Bu bir hatırlatmadır, dileyen Rabbine giden bir yol tutsun. Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah Âlimdir, Hakimdir.” şeklinde çevrilmekte.
     
           İkinci Ayetin bu çevirisi ontolojik anlamıyla bir problem oluşturmayabilir.    
     
     Ancak insanın imtihan güvenliği ve irade özgürlüğü bağlamında ciddi müşkilat çıkardığı görülüyor. Tüm insanlar Allah dilediği için mi böyle dilemektedir? Allah dilemezse insan dileyemez mi?  Bu durumda imtihanın bir anlamı kalıyor mu?
     
          Ayetin mümkün çevirisi sadece yukarda ki çeviri midir? Başka çeviri mümkün değil mi?
     
         Aslında i’rab ve belağat ilimleri ışığında ve diğer ayetlerin işareti ile Ayeti doğru anlamına daha yakın çevirmek mümkün.
     
         Önce Ayeti belağat yönünden ele alalım.
       
      Ayetin istisna yapısı, normal istisna yapısı değil. Normal istisna üslubundan çıkmış bir üslup. Belagat âlimleri nazarında bu üslub hasr için kurulur ve hasr ifade eder.
     
        Yasin Suresi 15 ve 17. ayetlerinde olduğu gibi.ما انتم الا بشر مثلنا Sizler de sadece bizim gibi insanlarsınız.” Ve “  و ما علينا الا البلاغ المبين “Bize düşen sadece apaçık beyandır.”
     
       Bu ayet-i kerimeleri hasr üslubundan çıkararak direk, düz cümle yapısı ile ifade etmek istersek, şu şekilde ifade edebiliriz. انتم بشر مثلنا   .  علينا البلاغ المبين
     
       Birinci cümlenin anlamı: Sizler bizim gibi insansınız; ikinci cümlenin anlamı: Bize düşen apaçık beyandır, olur.
     
     Bir düşünceyi, duyguyu, hükmü hasr üslubu ile ifade etmenin farklı edebi gayeleri olabilir. Kur’an-ı Kerimde de bu üslup çokça kullanılmıştır.
      
    İlk ayette müşrikler, muhataplarının insanlıklarını ön plana çıkararak, insan olduklarını vurgulamak istemiş, ikinci ayette ise muhataplar müşriklere, görevlerinin sadece mesajı ulaştırmak olduğunu vurgulamak istemiştir.
     
     Ayeti i’rab yapısı yönüyle inceleyelim.
     
ان يشاء الله  müeevvel masdarı,  masdara çevrildiğinde مشيئة الله   olur. Bu tamlamayı Türkçeye Allah’ın istemesi, Allah’ın dilemesi, Allah’ın arzulaması vb. ifadelerle çevirmek mümkün olabilir. Yine bu ifadeyi cümle içinde ,  yukarda ki istisna formunu dikkate alarak   الَا dan   sonraki bölümü, meful olarak çevirmek mümkün olabilir.
     
     Ayeti açıklamalar ışığında iki şekilde çevirmek mümkün olur. Birinci çeviri : ” Sizler sadece Allah’ın dilemesini dileyebilirsiniz.”  İkinci çeviri : “ Allah’ın istemesini istemek dışında bir şey isteyemezsiniz.”
     
      Aynı şekilde Ayeti sağlamasını yapmak gayesi ile hasr üslubundan çıkararak direk ifade edersek, şu cümleyi elde ederiz.   تشاؤون مشيئة الله    Allah’ın dilemesini dilersiniz.
     
    Bu mümkün çeviri Arap Dili kurallarına daha uygun olduğu gibi Kur’an- ı Kerimin ruhuna, mantığına da uygundur.
     
     Gafir Suresinin 60. Ayetinde Rabbimiz “ bana dua edin sizin için kabul edeyim.” buyurmuştur. Duanın mantığı Allah’ın istemesini sağlamaktır. Allah isterse duamıza icabet eder ve duamız gerçekleşir.
     
      Rahman Suresinin 29. Ayetinde :” yerde ve gökte olan herkes ondan ister. O her an bir iştedir.” buyrulur. Ayeti gökteki ve yerdeki herkes, her an ondan ister ve O, onların isteklerine her an cevap verir şeklinde anlamak mümkün.
     
       Bizim gücümüz istemekle sınırlıdır. Allah’ın istemesini istemek…
     
     Ayeti bir önceki ayet ile irtibatlandırıp bu bağlam içinde değerlendirirsek mümkün çeviri şöyle olabilir :”  Bu bir hatırlatmadır. Dileyen Rabbine giden bir yol edinebilir. Ancak siz sadece Allah’ın sizi o yola iletmek istemesini isteyebilirsiniz.”
     
     Bu çeviri, hem belağat’ın hedeflerine, hem İ’rabın kurallarına hem de Kur’an-ı Kerim bütünlüğüne daha uygun bir çeviri. İnsanın imtihan özgürlüğünü ve cezai sorumluluğunu ilga etmeyen bir çeviri de aynı zamanda.
     
    Ayeti  “ Allah dilemedikçe dileyemezsiniz.” şeklinde çevirinin mümkün olması için, Arapça ifadenin şart cümlesi yapısında olması gerekir. Şart edatının, şart ve ceza fiilinin olduğu bir cümle...


الله اعلم بمراده

8 Kasım 2015 Pazar

ÇEVİRİ:VAKIA SURESİ 78. AYET

     Vakıa Suresi 78. Ayetin Çevirisi

انه لقران كريم في كتاب مكنون لا يمسُّه الا المطهّرون تنزيل من رب العالمين.
   
     Ayet farklı meallerde abdestle ilişkilendirilerek “ temiz olanlardan başkası dokunmasın “ şeklinde çevrilmekte. Yine bu çeviri delil getirilerek de Kur’an-ı Kerim’in abdestsiz okunamayacağı iddia edilmekte.
   
    Ayetinin irab çerçevesinde anlamı.
 
    Vakıa Suresi 78. Ayeti cümleciklerden oluşan bir cümle. Ayeti cümlecikler halinde aşağıdaki şekilde çevirmek mümkün.

“  انه لقران كريم “ : “ Gerçekten O Kerim bir Kur’an’dır. “    

“في كتاب مكنون” : “Bir Meknun Kitaptadır.”

 ” لا يمسُّه الا المطهّرون Cümleciği tek başına ‘لا ,  nefiye; istisna yapısının hasr ifadesi için olduğu düşünülerek: “ Ona sadece temiz olanlar el sürebilir.” şeklinde çevrilebilir.

“تنزيل من رب العالمين” :”âlemlerin Rabbinden indirilmedir.”
   
    Ayeti tek bir cümle olarak ele alır ve diğer cümlecikleri bu cümle içinde i’rabına göre sıralarsak aşağıdaki şekillerde çevirebiliriz. Öncelikle ilk iki cümleyi aralarında     في  har-i cerinin taalluk edeceği hazfedilmiş uygun bir kelimeyle beraber ele alıp tek cümle haline getirip aşağıdaki gibi yazarız.

انه لقران كريم  ، في كتاب مكنون.     Ayeti bu haliyle şöyle çevirebiliriz :” Gerçekten o bir Kitab-ı Meknunda bulunan bir Kerim Kur’andır.”

انه لقران كريم كائن ،في كتاب مكنون،لا يمسُّه الا المطهّرون Üçüncü cümleyi önceki cümleye sıfat olarak ekleyebiliriz.Burada iki ihtimalden söz etmek mümkün. Üçüncü cümle ya  قران  ya da كتاب kelimesine sıfat olur.
 
     Birinci hale göre çeviri şöyle olabilir :” Gerçekten o bir kitab-ı meknunda bulunan, sadece temiz olanların el sürebileceği bir Kerim Kur’an’dır.”
 
     İkinci hale göre çeviri şöyle olabilir :” Gerçekten o sadece temiz olanların dokunabileceği Kitab-ı Meknunda bulunan bir Kerim Kur’an’dır.”

“انه لقران كريم،في كتاب مكنون،لا يمسُّه الا المطهّرون.تنزيل من رب العالمين” Son cümleyi önceki cümleye sıfat olarak eklediğimizde ayet-i kerimeyi aşağıdaki iki şekilde çevirmek mümkün olabilir:
   
      ” Gerçekten o, Kitab-ı Meknunda bulunan, sadece temiz olanların el sürebileceği, âlemlerin Rabbinden indirilen, bir Kerim Kur’an’dır.”
 
      ” Gerçekten o, sadece temiz olanların el sürebileceği Kitab-ı Meknunda bulunan, âlemlerin Rabbinden indirilen, bir Kerim Kur’an’dır.”
 
      Her iki çeviri dikkate alındığında Ayetin vahyin kaynağı ile ilgili olduğu görülür. Müşriklerin Mekke’nin ilk yıllarında vahyin kaynağı ile ilgili iddialarına bir cevap niteliği taşır. Müşrikler peygamberin – hâşâ – cinlendiğini, vahyi bu cinlerin getirdiğini, - hâşâ -  şeytanın vahy ettiğini, - hâşâ -  kendi uydurduğunu v.b. iddia ediyorlardı. Ayet bu iddiaları vahyin kaynağına sadece temiz olanların –meleklerin – ulaşabileceğini vurgulayarak reddeder. Vahyin Peygambere güvenle indirildiğini ifade eder. Benzer temayı içeren başka ayetlerde bulunmakta.  Bakınız Abese Suresi 13-16. Ayetleri, Buruc Suresi 20 ve 21. Ayetleri.
     
    Hangi çeviri veya düşüncenin daha doğru olduğunu anlamanın bir metodu da Ayetlerin bağlamı içinde değerlendirmektir. Sure dikkatli bir şekilde okunurken ilgili Ayete gelindiğinde iki farklı çeviriyi bağlam içine oturtturduğumuzda hangi anlam Surenin bütünlüğü ile uyumlu ise o tercih doğrudur.
     
    Değinilmesi gereken bir diğer konu da abdestin hangi ibadetlerin ön şartı olduğudur. Abdest namazın, ön şartıdır. Abdestsiz namaz kılınamaz. Abdest tavafın ön şartıdır. Bunların dışında abdestli dolaşmanın, abdestli uyumanın faziletleri de tartışılamaz. Ama abdestin Kur’an okumanın, Kur’an’a dokunmanın ön şartı olduğu ile ilgili delillerden vakıa 78. ayetin konu ile uzaktan yakından alakası olmadığı görülmektedir.
   
Ayetin nefiy zikredilip, nehiy murad edildiği ile ilgili bir iddiayı da bağlam geçersiz kılar.

الله اعلم بمراده

5 Kasım 2015 Perşembe

ALLAH'IN DİLEMESİ


مشيئة الله

( Allah’ın Dilemesi )
            
     Meşietullah tamlaması, Allah’ın istemesi, Allah’ın dilemesi, Allah’ın arzulaması anlamına geliyor. Bu ifade Kur’an-ı Hakim’de farklı zaman kalıpları ve kombinasyonlarla kullanılıyor: Allah isterse, Allah isteseydi, Allah’ın istediği, Allah’ın istemesi, Allah’ın istediği şey, Allah’ın istediği kimse gibi.
     
Meşietullah’ın yanında meşietülinsandan da bahsetmek gerekiyor. İnsan bu dünyaya hür irade ile donatılarak sınav için gönderilmiş bir varlık. Sınavın selameti için insanın özgür olması gerekiyor. İnanan bir insan özgürlüğünden vaz geçebilir. Ama cehenneme giden bir insanın hak ettim itirafı için özgürlüğünü yaşaması gerekir. Allah kimseye zerre kadar zulüm yapılmayacağını belirtiyor.
     
Kur’an-ı Hakimi okurken, anlamaya çalışırken onu hayatın merkezinde, üç boyutlu düşünmek gerekiyor. Onu, Mushafın sayfası gibi tek boyut üzerinden okuyarak doğru anlamak mümkün değil. Esbab-ı nüzul ilmi bu nedenle önemlidir. Kur’an-ı Kerimin üç boyutlu simülasyonunu oluşturmamıza yardım eder. Okuduğumuz ayetin anlamını: Kim demiş? Kime demiş? Niçin demiş? Ne zaman demiş? soruları ile anlamamızı sağlar. Ayetin bağlamını belirginleştirir.
     
Kur’an-ı Hakimi okurken dikkat edilmesi gereken başka bir husus onun hitabi bir metin olduğunu hatırdan çıkarmamaktır. O masa başında yazılmış bir kitap değildir. Hayatın ortasında, mücadele içerisinde 23 yılda peyderpey indirilmiş bir kitaptır. Ve hitap usulü ile indirilmiştir. Bu nedenle hitabın muhatabının iyi bilinmesi gerekir. Eğer muhatap iyi bilinmezse metnin doğru anlaşılması mümkün olmaz.[1]
               
         İslam Tevhid dinidir. İnançta, düşüncede, eylemde hayatın her alanında tevhid. Kur’an-ı Kerimi anlama çabasında da tevhidi bakışı korumak gerekir. Tevhidi bakış Kur’an-ı Kerimi kendi bütünlüğü içinde ele almayı gerektirir. Bir konuyu diğer ayetlerin ışığında anlamaya çalışmayı gerektirir. Bir konuyu diğer ayetlerden soyutlayarak, ayeti de bağlamından soyutlayarak doğru anlamak mümkün olmaz.
                
       Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus Kur’an-ı Kerimi asr-ı saadetteki yalınlığı ile anlama çabası taşımaktır. Zihnimizi sonraki dönemlerin yönlendirmesinden, şekillendirmesinden arındırarak en yalın haliyle anlama çabası içinde olunmalı.
      
Bu girişi, meşietullah ifadesinin ve ifadenin geçtiği ayet-i kerimeleri doğru anlaşılmasına katkı sunması amacı ile yaptık.
     
Meşietullah ifadesi Kur’an- Hakim’de birkaç farklı formda kullanılır. Bu formlarla ilgili tüm ayet-i kerimeleri zikretmek mümkün ama gerekli değil. Her form ile ilgili yeterli sayıda ayet-i kerime eşliğinde konuyu anlamaya çalışacağız.

هو الذي يصوركم في الارحام كيف يشاء‘ Al-i İmran Suresi, 6. Ayet. “ O, sizi rahimlerde nasıl isterse öyle şekillendirendir.”  

 قال كذلك الله يخلق ما يشاء ‘’ Al-i İmran Suresi, 47. Ayet. “ … öyle dedi. Allah dilediğini yaratır.”  

قل ان الفضل بيد الله يؤتيه من يشاء  ‘Al-i İmran Suresi, 73. Ayet. “ Üstünlük Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir de.”

و لكن الله يجتبي من رسله من يشاء  ‘Al-i İmran Suresi, 179. Ayet. “ … ama Allah resullerinden dilediğini seçer. “
‘    ولكن ينزل بقدر ما يشاء ‘ Şura Suresi 27. Ayet “ ama Allah yağmuru istediği miktarda indirir.

‘  لله ملك السماوات و الارض يخلق ما يشاء  ‘ Şura Suresi 49. Ayet. “ Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah’ındır. Allah dilediğini yaratır. “

‘  ان يشاء يذهبكم يات بخلق جديد İbrahim Suresi 19. Ayet. “ Eğer Allah dilerse sizi yok eder ve yeni bir varlık yaratır.”
         
       Meşietullah ile ilgili bu formdaki ayet-i kerimeler Allah’ın evrende mutlak otorite sahibi olduğunu ve istediği gibi tasarrufta bulunduğunu belirtir. Yukarıdaki ayetler ve bu formda gelen ayetlerde meşietullah ve meşietulinsan arasında bir kesişme olmadığından insanın özgürlüğü ile ilgili bir kısıtlamada hissedilmemekte.
         
     Kelam kitaplarında Allah’ın fiilleri ve hikmet çerçevesindeki tartışmaları bir kenara bırakıp meşietullah ile ilgili diğer formdaki ayet-i kerimelere geçelim.
     
 ‘ خالدين فيها ما دامت السماوات و الارض الا ما شاء ربك ان ربك فعال لما يريد     Hud Suresi 107. Ayet-i Kerime. ‘  Cehennemdekiler yer ve gök var oldukça –sadece Allah’ın dilemesi hali başka- ebediler olarak oradadırlar. Çünkü Rabbin her zaman dilediğini yapandır.’ Hud Suresi 108. Ayet. Aynı ifadeleri cennetlikler için ifade eder.

ما كان لياخذ اخاه في دين الملك الا ان يشاء الله  ‘ Yusuf Suresi Ayet-i Kerime 76. ‘ Melikin dinine göre kardeşini– sadece Allah’ın dilemesi hali başka - alma imkânı yoktu .’

 وما يكون لنا ان نعود فيها الا ان يشاء الله ربنا A’raf Suresi 89. Ayet-i Kerime. ‘ Bizim için– sadece Allah’ın dilemesi hali başka – ona eski dine dönüş ihtimali yoktur. ‘
            
         Yukarıdaki ayet-i kerimeler dikkatle okunduğunda meşietullah ifadelerinin kâfirlerin umutlarının kesilmesi için getirildiği görünür.   Müslümanlar cennette, kâfirler cehennemde Allah dileyene kadar kalacak, sonra hayat son bulacak anlamında değil. Ya da Allah izin verirse tekrar küfre döneriz yoksa dönmeyiz anlamında da değil.  Bunların mümkün olmadığı, her şeyin maliki Allah’ın bunları istemeyeceği dolayısıyla gerçekleşmesinin mümkün olmadığını teyit etmek için yukarıdaki ifadeler kullanılmış.  Tireler arası cümleciği mealen şu şekilde ifade etmek de mümkün :- sadece Allah’ın dilemesi hali başka ki, Allah zaten istemez-
    
ولا تقولو لشيء اني فاعل غدا.الا ان يشاء الله    ‘Kehf Suresi 24. Ayet-i Kerime. ‘ Bir iş için – Allah’ın istemesi ile -   yarın yapacağım deyin.’ Ayet-i Kerime adab ile ilgili bir ifade içeriyor. Yukarıdaki formun olumlu hali olarak değerlendirilebilir. ‘ Allah’ın istemesi ile Allah’ın izni ile yarın yaparım ‘ anlamında kullanılmıştır. Yoksa ‘ Allah isterse yaparım ‘ anlamında değil.          
    
.   لو- ان şart edatları ile başlayıp ‘ şayet Allah dileseydi ‘, ‘eğer Allah isteseydi’ ifadesi barındıran ayet-i kerimeleri başka bir form olarak değerlendirebiliriz.
     
و لو شاء ربك لجعل الناس امة واحدة ‘  Hud Suresi 118. Ayet-i Kerime. ‘ Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı.’ Bu formdaki ayetler insanların inanç özgürlüğüne sahip olduklarını Allah’ın insanların yanlış tercihlerini zorla değiştirmediğini belirtiyor. Allah’a yönelen insanlara Allah’ın yardımının bunun dışında olduğunu söylemeye gerek yok.
         
     Meşietle ilgili ayetlerin bir kısmı insanın meşieti ile ilgili. Bu formda gelen ayetlerin insanın özgürlüğünü ve yaptıklarından bu nedenle sorumlu olduğunu ifade eder.
     ‘ و قل الحق من ربكم فمن شاء فليؤمن ومن شاء فليكفر   ‘Kehf Suresi 29. Ayet-i Kerime. ‘ Hak Rabbinizin katındandır de. Artık kim dilerse inansın, kim de dilerse inkâr etsin.’ Bu özgürlük sebebi ile iyiler mükâfatı, kötüler de ikabı hak ederler.   
      Son form olarak da aşağıdaki ayet-i kerimeleri örnek verebiliriz. Diğer örneklerden farklı olarak insan özgürlüğünü sınırlayacak biçimde çevirilerini çokça okuduğumuz ayetler
       ‘ كلا انها تذكرة فمن شاء ذكره وما يذكرون الا ان يشاء الله ‘ Müddesir Suresi 53.54.55. Ayet-i Kerimeler. ‘ Hayır öyle değil, o bir öğüttür. Kim, isterse öğüt alır. Allah’ın dilemesi hali başka, onlar kendi istekleri ile öğüt almaz .‘
    
ان هو ذكر للعالمين لمن شاء منكم ان يستقيم وما تشءؤون الا ان يشاء الله رب العالمين  ‘  Tekvir Suresi 67.68. 69. Ayet-i Kerimeler. ‘ âlemler için bir öğüttür. Sizden doğru yola girmek isteyen için. Ama siz zaten, âlemlerin Rabbi Allah’ın istemesi hali başka, kendi isteğinizle öğüt almazsınız.’
            
     Kur’an-ı Kerimin hitabi bir metin olduğunu söylemiştik. Bu tür metinlerde hitabın muhatabı önemlidir. Muhatabı yanlış yerde aramak metni yanlış anlamaya sürükler. Zihni yönlendirir. Müddesir Suresinde, onlar zamiri kullanılmıştır. Onlar kimlerdir? Peygamberin ( S.A.V.) tüm muhatapları mı? Yâda tüm insanlar mı? Elbette onlardan kastedilen Peygamber döneminde yaşayan insanların bir kısmıdır.  Bunlar kâfirlerdir. Bunlar ancak Allah’ın istemesi ve dolayısıyla zorlaması ile öğütten yararlanabilir. Ama Allah bunu istemez. Onların meşietini ellerinden alarak özgürlüklerini ortadan kaldırmaz. Yoksa anlam Allah istemekçe, Allah dilemedikçe onlar öğüt almaz şeklinde anlaşılamaz.
           
     İkinci ayette aynı mantık ile ele alınmalıdır. Tekvir Suresinde ise siz zamiri kullanılmıştır. Siz zamiri aynı şekilde tüm insanları mı yoksa Peygamberin ( S.A.V.) muhataplarının bir bölümünü mü kapsamaktadır. Elbet de bir bölümünü.
        
     İnsanların bir kısmı Kur’an-ı Kerimi okuyarak, akıl ederek öğüt alır. Bunlar özgür iradelerini bu şekilde kullanır. Bunlara diyecek bir şey yok zaten.
        
     İnsanlardan bir kısmı ise öğüt almaz. Öğüt almak istemez. Bunlar ancak Allah zorlarsa öğüt alırlar. Bu durum imtihan güvenlini zedelediğinden Allah bunu zaten istemez.
       
     Ayet-i Kerimeler, Allah’ın insanların tercihlerine, insan özgürlüğüne değer ve önem verdiği için zorla değiştirmediğini, şayet istese değiştirebileceğini vurguluyor.  İnsanların inkâr kararlılıklarını imana döndürmek Allah için elbette kolaydır. Ancak, Ayetlerin vurguladığı anlamın tam aksine sanki Allah istemese insanın iradesi hiçbir işe yaramaz şeklindeki çevirisi ilginç.

الله اعلم بمراده



[1] Daha geniş bilgi için bakınız: Mustafa YILDIZ, Son Mesaj Kur’an-ı Kerim ve Gerekçeli Türkçe Meali

4 Kasım 2015 Çarşamba

KUR’AN- I KERİM VE MÜSLÜMAN


             Bir müslümanın, hayatın bütünlüğü içinde, Kur’an-ı Hakimle farklı iletişim şekilleri olabilir. Bazen, sadece eline alıp sahifelerine dokunması, yüzüne-gözüne sürmesi gözünü, gönlünü aydınlatabilir. Evinin en görkemli köşesini Kur’an-ı Kerime ayırarak – bayrak gibi -  Ona olan ihtiramını ifade edip, onun gölgesine sığınabilir. Ramazan ayında ve diğer zamanlarda hatim niyeti ile okumakla, onunla rabıtayı sürekli kılabilir. Cenaze merasimlerinde aşr-i şerifler okuyarak acılı ruhunu teskin edebilir. Kur’an-ı Kerimle irtibatı sağlayan her eylem faydadan hali değildir. Kesinlikle bir faydası, bir hayrı, bir sevabı vardır.
           
          Duygusal bağlılığın sürekliliğini sağlar. Onunla birlikteliğin sürekliliği, Allah’ın (c.c ) sürekli hatırlanıp, emirlerine uyma, nehiylerinden kaçınma duyarlılığını arttırır. Peygamberin (S.A.V.) hatırlanıp, sünnetine tabi olma bilincinin uyandırılmasını gerçekleştirir.
           
       Kaçınılması gereken husus Kur’an-ı Kerimle irtibatı tek boyuta indirgememek. Onu, sadece evin başköşesine asıp bir daha dönüp bakmamadır sakıncalı olan. Onu, sadece cenaze merasimlerinde ve mezarlıklarda okumaktır, doğru olmayan. Ya da ramazandan ramazana hatırlayıp sonra unutmaktır, yapılmaması geren.
             
        Bir insanın, Kur’an-ı Kerim’i anlamak için okuması ise, Onunla iletişiminin zirvesidir. Çünkü, Kur’an-ı Hakim insanın yaşamını anlamlandırmak için indirilmiştir. Yaratılışın, yaşamın, ölümün anlamını öğretmek için indirilmiştir. İnsana, Allah’ı (c.c.) tanıtmak ve nasıl iletişim kuracağını öğretmek için indirilmiştir. Diğer inanlar ve varlıklara nasıl davranması gerektiğini öğretmek için indirilmiştir. Kısacası, insanın dünya hayatında ihtiyaç duyacağı tüm bilgileri öğretmek için indirilmiştir.
            
       Peki, Kur’an-ı Kerim bu hedefleri nasıl gerçekleştirebilir? İnsan ihtiyaç duyduğu tüm bilgileri nasıl öğrenip uygulamaya dökebilir?
           
     Elbette Kur’an-ı Kerimin insanlar tarafından okunması ile. Anlayarak, öğrenerek okunması ile gerçekleşebilir. Kur’an-ı Kerimin dilini bilenlerin orijinal dili ile orijinal dilini bilmeyenlerin kendi dillerine çevirilerini okuması ile gerçekleşebilir.
           
     Kur’an-ı Kerimi çevirilerinden okumak, Arapçayı bilmeyenler için kaçınılmaz bir durumdur. Arapça metni ibadet amacı ile orijinalinden okunduğunda sevap hesabı Arap alfabesi ile değerlendirilir. Elif harfine şu kadar sevap, be harfine şu kadar sevap… Anlamak için Türkçe çevirisi okunan Kur’an-ı Kerimin sevap hesabı, Türk alfabesine göre değerlendirilir.  A harfine şu kadar sevap, be harfine şu kadar sevap…        Yeri gelmişken okunacak meallerin başına “ SON MESAJ Kur’an-ı Kerim ve Gerekçeli Türkçe Meali ”[1] ni koymayı, tavsiye etmekte bir beis görmüyorum.
               
         Meal okumak,   farkında olsun veya olmasın insanı etkiler. Tesiri altına alır. Aklı, kalbi, ruhu, tüm manevi cihazlarını olumlu yönde harekete geçirir. Her okuyucu kendi bireysel dünyasına göre ondan pay alır. İlgi ve alakanın sürekliliği oranında, her okuyuşta alınan pay artar.
         Kur’an-ı Kerim okumaların daha etkili ve verimli olması için, Kur’an-ı Kerimi tanımak, bazı özelliklerine dikkat etmek gerekir. 
            
        Kur’an-ı Kerimin hakkı ile anlaşılması içinde tanınmasına ihtiyaç var. Kur’an-ı Kerimin kendine has özellikleri ne kadar iyi bilinirse o kadar doğru anlaşılır. Bu özellikler göz önünde alınmadan okunduğunda yanlış anlaşılma, yanlış uygulama ihtimali olabilir. Yanlış anlama örnekleri ve sonuçları maalesef geçmişte görülmüş günümüzde de görülmekte.
            
         Farklı hedefleri gerçekleştirmek için farklı okuma usulleri, araştırma usulleri izlenebilir.
            
       Kur’an-ı Kerimi okumaya yeni başlayanlar hızlı okuma usulünü izleyebilir.  Bu usulde önemli olan, Kur’an-ı Kerimi kuş bakışı görebilmektir. Onu ana hatları ile tanımaktır. Bu hedefe ulaşmak için, Kur’an-ı Kerim Fatiha Suresinden, Nas Suresine kadar hızlıca, birkaç kez okunur.
            
       Daha sonra merak edilen konular tefsir kitapları yardımı ile daha ayrıntılı incelenerek, anlayarak okuma usulü izlenebilir.
           
    Bir sonraki aşama Kur’an-ı Kerimin konularını ve bu konuların diğer konular ile alakalarını araştırma, inceleme, araştırma usulüdür. Eskilerin ifadesi ile tema tefsiri yapmaya çalışacağız.
             
       Biz kitabımızda bu usulü izleyeceğiz. Kur’an-ı Kerimde bir konunun nasıl araştırılması gerektiğinde değineceğiz. Herhangi bir konunun doğru anlaşılması için gerekli asgari araştırma nasıl olmalıdır? Araştırmanın hem usulünü belirlemeye hem de bu usule paralel olarak bir konunun uygulamalı araştırmasını yapmaya gayret edeceğiz.
           
       Bediüzzaman ( R. Aleyh ) Kur’an- ı Kerimi bir paragrafta şöyle tanımlar:”… ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi, ve insaniyeti saadete sevk eden hakiki mürşidi ve hadisi, ve insanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün hacat-ı maneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, cami bir kitab-ı mukaddes …” [2]
     
     Evet, Kur’an- ı Kerim birçok kitabı içeren, bir tek kitaptır. Ancak biz Onu elimize aldığımızda yukarda sayılan başlıklara ayrılmış bir kitap şeklinde göremeyiz. Onun kendine has farklı bir dizilişi vardır. Aynı temalı ayetleri de bir arada, bir surede bulamayız. Farklı temalar farklı surelerde ele alınır. Aynı şey kıssalar için de söylenebilir. Bir peygamber kıssası bir surede kronolojik şekilde baştan sona anlatılmaz. Konular, kıssalar dağınık olarak farklı surelerde ve bulundukları surenin temasına uygun yönü ile ele alınır, o konuya değinilir. Bakara Suresinin teması ne ise namaz, zekât, cihat, v.b. konularla ilgili ayetler; Musa (a.s.) kıssası, Âdem (a.s.) kıssası v.b. kıssalar hep o tema mihveri etrafında ele alınır. Aynı şey diğer sureler ve Kur’an-ı Hakim’deki diğer her konu içinde geçerlidir. Kur’an-ı Kerimin bu özelliğine dikkat çekmek için bazı âlimler :” Kur’an-ı Kerimde tekrar yoktur.” demiş.
     
    Bu özelliği dolayısıyla, kim, Kur’an-ı Kerimde bir konuyu derinlemesine ve tüm genişliğiyle, etraflıca anlamak istiyorsa o konu ile ilgili tüm ayetleri bir araya getirmeli, birleştirmeli ve geniş bir bakış açısıyla ele almalıdır. Cihat kavramını anlamak isteyen kimse Kur’an-ı Kerimdeki cihatla ilgili tüm ayetleri toplamalı bir bütünlük içinde değerlendirmelidir. Adeta Kur’an-ı Kerim içinden cihat kitabı çıkarmalıdır. Yoksa cihatla ilgili sadece bir Ayet-i Kerimeyi, önce geçtiği surenin bağlamından çıkararak sonra da Kur’an-ı Kerim bütünlüğünden kopararak ele almak onu yanlış anlama ve yanlış uygulamaya davetiye çıkarmaktır.   Aynı duruma diğer konular – namaz, cariyelik, kölelik, takva, miras v.b.   kıyas edilebilir.
     
       Kur’an-ı Kerimin bir başka özelliği şöyle ifade edilmiş :” …saatin saniye, dakika, saati sayan ve birbirinin nizamını tekmil eden ne ise, Kur’an-ı Hakimin her bir cümledeki, hey’atındaki nazım, ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerinin birbirine karşı münasebetindeki intizamı öyle bir tarzda …”[3]
     
       “ … güya ekser ayat-ı Kur’aniyenin her birisi, ekser ayatın her birisine bakar bir gözü ve nazır bir yüzü vardır...”[4]
     
    Kur’an-ı Kerim harfleri, ayetleri, sureleri ile canlı bir bütünlük oluşturur. Canlının hücreleri, sinirleri, organları, sistemleri nasıl birbiri ile irtibatlı ise Kur’an-ı Kerimde öyledir. Ayetler birbirinin yardımı ile bütünlük içinde kavranabilir. Ayetler ayetleri, kelimeler kelimeleri tefsir eder açıklar.
    
      Bu özellik dolayısıyla Kur’an-ı Kerimin bir kelimesi diğer kelimelerle, bir ayeti diğer ayetlerle ve birbiri ile irtibatları koparılmadan bütünlük içinde anlaşılmalıdır. Kur’an-ı Kerim bu şekilde kendi kendini tefsir eder. Okuyucunun yapması gereken kuşatıcı bir bakış açısı ile Kur’an’ı Kerimi algılamaya, görmeye çalışmasıdır. 
     
      Kur’an-ı Kerimin başka bir özelliği felsefi bir kitap olmamasıdır. O felsefi bir üslupla yazılmamıştır. Önce kavramlar üretilip, düşünceler bu kavramlar üzerinden açıklanmamıştır. Mesajlar insana günlük konuşma dili ile iletilmiştir. Kavramsallaşma zaman içinde doğal bir süreçle oluşmuştur. Kavramların içi zamanla doldurulmuştur. Gayb, insanın iç dünyası, pskolojisi, sosyal kavramlar, inançla ilgili kavramlar, günlük konuşma dili içeriğine yakın anlamlarla sunulmuştur. Arap dilinin bir özelliği bu konuda epey olumlu katkı sağlamıştır. Bu nedenle birçok soyut konu adeta somutlaştırılarak, tablolaştırılarak anlatılmıştır. Fısk, küfür, takva, sidret ül- münteha, nifak kelimeleri v.b. İkiyüzlülük, inanmadığı halde inanmış gibi davranma şeklinde kavramsallaştırılan nifak, farenin her hangi bir tehlike anında kaçmak için iki çıkışı olan bir yuva, tünel yapması ile ilgili bir kelimeden kavramsallaştırılmıştır. Takva kavramı, savaşçının, savaşta kendine zarar verecek hamlelerden korunmak için kalkan v.b. şeylerin arkasına sığınmasını ifade eden kelimeden kavramsallaştırılmıştır.  Peygamber’in ( S.A.V.) miraçta ulaştığı son nokta, çöle giren yolcuların rastladığı son ağaç bölgesinde bulunan, çölün son ağaçlarını ifade için kullanılan sidre kelimesi ile karşılanmıştır.
     
    Bu durum Kur’an-ı Hakimin yaşadığı dönemde kolayca anlaşılmasına büyük katkı sağlamıştır. Birçok soyut mesele adeta bu sayede somutlaştırılmıştır.
     
    Kur’an-ı Kerimin bu özelliği dikkate alınarak asr-ı saadetteki yalınlığı ile anlaşılmaya gayret edilmelidir. Tarih içinde kelimler anlam genişlemesi, anlam daralması, anlam kayması, farklı ilim dalları tarafından farklı kavramsallaştırma, meallerin verdiği manalar v.b. nedenlerle farklı algılanabilmekte buda yanlış anlamalara neden olabilmektedir. Maun Sure-i Kerimesindeki,  musallin kavramı gibi.
     
    Kur’an-ı Kerimin bir özelliği de 23 yılda peyderpey indirilmiş olmasıdır. Ümmetin ihtiyaçlarına, sorularına, sorunlarına, Allah’ın onları yönlendirmesine bağlı olarak ayet ayet, sure sure nazil olmuş ve nüzul süreci 23 yılda tamamlanmıştır. Bu Kur’an-ı Hakimin sindirilerek anlaşılmasını, hükümlerinin, ibadetlerin tedriciliğini, doğal gelişme süreci içinde mükemmelleşmesini ve toplumu geliştirmesini sağlamıştır. Tıpkı bir canlının, bir bitkinin tohumdan fıtri olarak filizlenip, gelişip serpilmesi süreci ve son haline ulaşarak kemale ermesi gibi, bir süreçle kemale ererek nüzul tamamlanmıştır.
     
     Kur’an-ı Kerimde, Müslümanlara örnek olması için anlatılan ve daha önce yaşamış peygamberlerin kıssaları da, bu bağlamda değerlendirilebilir. Farklı dönemlerde yaşayan farklı peygamberler, farklı süreçler yaşayıp, farklı noktalara ulaşmıştır. Bazı peygamberler ümmetleri ile hidayet sürecini tamamlarken bazıları tamamlayamamış, bazıları ise baştan reddedilmiştir. Bazıları hidayet süreci tamamlandıktan sonra, yaşadıkları toplumların hidayet yönüne aykırı davranışları ile karşılaşmıştır. Bazı peygamberler bir önceki peygamberin izini takip etmiş ıslah faaliyetlerinde ömür geçirmiştir.
     
     



Kur’an-ı Kerimin bu özelliği, Kur’an- Hakimin hikmetle uygulanması, yaşama geçirilmesi aşamasında dikkatten asla kaçırılmaması gereken bir özelliktir. Önce Kur’an-ı Kerim doğru algılanmalı, sonrada doğru uygulanmalıdır. Kur’an-ı Kerimin doğru olan hükmünü, yanlış yerde ve toplumda uygulamaya kalkma, uygulamanın Kur’an-ı Kerimde bulunması nedeni ile doğruluğunu göstermez. Kur’an-ı Kerimin her hükmü her yerde uygulanmaz. Her toplumdaki uygulamalar, Kur’a-ı Kerimin nüzul surecine uygun olmalıdır.   Günümüzde birçok İslam ülkesinin geçmişi ile bağının koparıldığı, farklı eğitim süreçlerinden sonra kökleri ile bağının koparıldığı, İslam’a yabancılaştırıldığı düşünülürse bu durumun dikkate alınmasının önemi ortaya çıkar.
     
     Kur’an-ı Kerim anlaşılmaya çalışılırken bu özellikler tevhidi bir hikmetle mezcedilerek bütünlük içinde ele alındığında doğru anlama gerçekleşir. Yaşanan toplumla kurulacak paralellikle de doğru uygulama gerçekleşir.



[1] Mustafa YILDIZ, SON MESAJ Kur’an-ı Kerim ve Gerekçeli Türkçe Meali, Çıra Yayınları, İstabul,2013,10. baskı
[2] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, İşarat-ül İ’caz Fi Mezen il-İcaz, Nesil Yay. İstanbul 1966, II. Cilt, sh. 1158
[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. Cilt, sh. 163

[4] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. Cilt, sh. 164